ÖNSÖZ

         Yarıkkaya; Amanos Dağları’nın yüzyıllar öncesi jeolojik yapısının değişimleri ve depremlerin oluşturduğu bir doğa harikası… İskenderiye’nin, 1615 ve 1822’deki depremle üçte ikisi yerle bir oldu. Yarıkkaya son halini alarak, tabiat ana güzelliğine güzellik katmaya devam ediyor.

         Bu öyküde, Akdeniz Bölgesi’nin güneyindeki İskenderiye’nin gelincikleri, fulya çiçeği, palmiye ağaçlarının güzellikleri, kadife gülü hissedeceksiniz ve onlarla yaşayacaksınız. İskenderiye’nin bülbülü ise bildiğiniz bülbül gibi değil,  insan canlısıdır. Öykümüzde anlatılan olaylar, günlük yaşamda karşılaşılan türden olsa da, yaşamın çeşitli nedenlerle şaşılacak bir şekilde değişebileceğine tanıklık edecek.  Zamanın her diliminde her yerde  aşkların ölümsüzlüğüne şahit  olacak ve yaşayacaksınız..

         Öykümüzün yaşandığı 20. yüzyıl ortalarındaki İskenderiye, günümüze kadar birçok değişikliğe uğrayarak gelmiş ve İskenderun olmuştur.

         Değişmeyen tek şey Amanos Dağları’nın bir parçası olan o muhteşem Yarıkkaya!

 Her biri inci gibi gelincikler, kadife güller, fulya çiçeği, palmiye ağaçları, maviyle yeşilin sarmaş dolaş olduğu bereketli denizi.

İnsanları etkileyen, gizemiyle büyüleyen mega bir şehir olma yolunda olan İskenderun.

İskenderun sınırlarına girerken, trendeki yolcumuz deniz manzarasını ve Amanos Dağı’nın eteklerini görüntülemeye başlar; gelincikleri, papatyaları, bodur ağaçları, gökyüzünün maviliğini… Sisli güneşin ardından bir yolcunun radyosunda Hatay türküsü “Gül kuruttum” çalmaktadır.  Çevreyi görüntülemeye devam eder. Tren düdüğünü çalmaya başlar… Az kalmıştır şehre…   

 

 YARIKKAYA AŞIKLARI

 

(Tren garında yaşlı bir adam beklemektedir. Yaşlı adam sabırsız.. Bir sola bir sağa gezinip durur. Sık sık cep saatini çıkarıp bakmaktadır. İstasyon görevlisi adamın yanına gelir.)

– Hayırdır, sen pek uğramazdın buralara!…

– Birini bekliyorum da…

– Beklediğin kim ki? Kimin kimsen yok ki… Kalmadı ki sizlerden.

– Ben de öyle biliyordum ama, varmış.

– Uzak bir akraba falan mı o zaman? Hayırsız oğlun da Almanya’da öldüğüne göre

– Veli! Laflarına dikkat et. Hayırsız da olsa oğlumdu yine de.

– Kızma Oğulçay kızma!… Deşmek istemedim yaranı… (Uzunca bir süre sessizlik. Adam yeniden dolaşmaya başlar istasyonda. Görevli yanına yaklaşır, Çekingendir.)

Beklediğin kim?  

– Bilir miyim kim olduğunu?

– Anlaşıldı, senden laf çıkmayacak bugün. İyisi mi ben gideyim de; rahat et sen.

– Her laftan bir şey çıkarma Veli.

– Sen de adamı merakta koma da, anlat. Gelen kimmiş, kimin nesiymiş?

– Aman Veli! Senden kurtuluş yok anlaşılan. De otur şuraya da dinle!

– Benim oğlanı hatırlarsın, ille tutturdu Almanya’ya gideceğim diye ya, hatırlarsın. Yol parasını denkleştirip yolladım. İlk zamanlar her şey iyiydi. Arayıp halim hatırımı soruyor, arada biraz da para yolluyordu.

(Görevlinin yanına biri yaklaşır)

– Dayı tren ne zaman gelecek?

– Birazdan gelir herhalde, zamanıdır.

– Sağol dayı. (Genç gider, arka sıralardan birine oturur.)

– Eee, sonra ne oldu?

– Ne olacak evlendi oralardan biriyle.

– Demediydin bunu bize, bak sen şu Veli’nin yaptığına. Alamanın biriyle evlendi demek. Ee sonra?

– Evleneli beri ne bir haber geldiydi, ne de arayıp sordu. Sanki oğlum değil de yedi kat yabancı. Sonra da gurbet ellerde ölüp gitti. Cenazesini bile göremedim. Vermedi Alamanlar, oranın vatandaşıymış artık. Sen yat kalk dua et oğluna, hayırsız çıkmadı benimki gibi.

-Sen gel bir de bana sor onu. Gelin dilinden kurtulamadık gitti. Şu iş de olmasa iyice… Neyse, anlat hele, bizimkisi dert değil.

– Bir torunum varmış Veli!

– Deme yahu!

– He ya! Torunum varmış. Oğlan hayırsız çıktı ama torun çekmemiş babasına.

– Bak sen şu işe!

– O gelecek Veli, torunum.

– Ben de diyordum ‘Bu adam kimi bekliyor?’ diye. De hadi gözün aydın!

– İstanbul’dan aradı beni. Buraları ve beni görmek istiyormuş. Merak etmiş dedesini Veli.

– Onu bekliyon demek… Tevekkeli değil, yerinde duramıyodun.

– Bu kadar yıl oldu, varlığından bile haberim yoktu. Hele bir gelsin bakalım, görelim de